Müzik alanında, yüzyılımızın en önemli kişilerinden biri de şüphesiz ki Finlândiyalı ünlü besteci Jean Sibelius'tur. Bundan bir süre önce Amerika'da radyo dinleyicileri Sibelius'u devrin en şöhretli bestecisi olarak seçmişlerdir. Her biri başlı başına birer âlem sayılan yedi senfonisi dünyanın çeşitli memleketlerinde sık sık çalınmaktadır. Finlândiya'nın Millî Marşı'nın da müziği, bestecinin "Finlândiya" isimli eserinden alınmıştır.
Hayattayken takdir edilmek şimdiye kadar pek az beesteciye nasip olmuştur. Jean Sibelius de müzik âleminin bu sayılı talihlilerinden biridir. 1865 yılında Finlandiya'nın ufak kasabalarından birinde dünyaya gelmiştir. Üç yaşındayken babasını kaybetmiş, böylece sadece kadınlarla dolu bir evde mesut, hareketli bir çocukluk devresi geçirmiştir. O sıralarda Finlândiya Rus çarları tarafından idare edildiğinden memleketinin içi Ruslarla doluydu. Fin halkı, bu kalpaklı misafirleriyle iyi geçinmeyi çabuk öğrenmişti ama diğer bütün çocuklar gibi Sibelius de kendini bildiği andan itibaren Rusluk ilkelerine düşman kesilmişti. Daha sonra bestelediği "Finlândiya"nın esas notaları da böylece bestecinin şuuraltında yer almıştır.
Meslekdaşlarının çoğu gibi Sibelius de küçük yaşta müziğe karşı kabiliyet göstermiş ve piyano dersleri almaya başlamıştı. Gene çoğu bestecilerde olduğu gibi büyüdüğü zaman hukuk tahsili yapması kararlaştırılmıştı. Tabii sonuç gene aynı oldu. Sibelius, kanunları değil notaları seviyordu. Piyanonun tuşlarında parmaklarını gezdirip yeni armoniler, yeni tonlar ararken bir taraftan da keman çalarak müzik âleminin sihrine kendini bırakıyordu. Sibelius sazlar arasında en fazla kemanı sevdiği için ondan ayrılmayı hiç istemiyordu. Kızkardeşi ve erkek kardeşiyle evde bir trio teşkil etmişlerdi. Sibelius, Mozart ve Haydn'ın oda müziği eserlerinden birçoğunu ezbere bildiği için daha ziyade bu iki bestecinin eserlerini çalıyordu. Aradan çok geçmeden de Sibelius, kendi ruhundan kopup gelen melodileri bestelemeye başladı. Ciddi bir tahsil görmeden, kimseden bir şey öğrenmeden kendi müzik diliyle hislerini açıklamayı başarmıştır. İlk eserlerinde kuvvetli bir hürriyet aşkının tesirleri görülür. Genç besteci notaları arasında öylesine kaybolmuştu ki, ders, okul, hoca gibi şeyleri aklına bile getirmiyordu. Helsinki üniversitesinde bir yandan hukuk tahsili yaparken bir yandan da aynı üniversitenin müzik akademisine misafir öğrenci olarak devam ediyordu. Sonunda hukukta okumanın bir işe yaramıyacağını anlayarak kendini tamamiyle müziğe verdi. Eser bestelemek için Sibelius'un derse, bilgiye ihtiyacı yoktu. Her gittiği yer, her gördüğü şey, her duyduğu koku onun için birer ilham kaynağı idi. Meselâ sahilde yürürken deniz ve yosun kokusu onun müzik duygusunu harekete getiriyordu. Yağmurdan sonra şöyle burnunu dışarı uzatıp toprağı kokladıktan sonra hemen bir capriccio yazabiliyordu. Fakat Sibelius daha ziyade renklerin tesiri altında kalarak eser besteliyordu. Renkler onun nazarında her şeyden önemliydi. Okul arkadaşlarından biri, "Sibelius'a göre her gamın bir rengi vardır" diyerek bestecinin renge olan bağlılığını anlatmak istemişti. Helsinki'deki yetişme devresinde Martin Wegelius isminde bir hocadan çok faydalandı. Onun yanında kaldığı üç yıl içinde üç eser besteliyerek kendini müzik âleminde tanıtmaya başladı.
Sibelius, talihli bir insandır. Ne bir harika çocuk olmanın yarattığı zorluklarla karşılaşmış, ne de Schubert, Chopin, Mozart gibi sefalet içinde ıstıraplı bir hayat sürmüştür. Vücutça da sıhhatliydi. Kendini yavaş yavaş fakat tam olarak yetiştirmek istemiş, bunun neticesinde de ancak yirmi dört yaşından sonra müzikseverlerin ilgisini çeken eserler bestelemeye başlamıştır.
Konservatuar tahsili sona erdikten sonra yeni ülkeler, değişik insanlar görüp müziğini renk bakımından zenginleştirmek istiyordu. İlk olarak Berlin'e gitti. Oradan Viyana'ya geçti. O devirde Viyana müzik çevrelerinde Wagner'cilerle Brahms'çıların mücadelesi son haddini bulmuştu. Sibelius, bu iki bestecinin hiçbirinin tarafını tutmayı düşünmediğinden bu elektrikli hava ona hiç dokunmadı, yalnız iki cereyanın arasında kalmıştı. Viyana'da uzun zaman kalmasına lüzum yoktu, çünkü Sibelius, Viyanalı çağdaş bestecilerin eserlerini beğenmiyordu. Tabii Viyanalılar da Sibelius'un başarılarını küçümsüyorlardı. Ayrıca besteci vatan sevgisini de her şeyden üstün tutuyordu, uzun zaman ondan uzakta yaşamaya dayanamayacaktı. Sevgili Finlândiyasına kavuşur kavuşmaz ilk iş olarak eski bir Fin efsanesinden alınan "Kullervo" isimli bir senfonik şiir besteledi.
Helsinki Müzik Akademisine müzik hocası tayin edilince mali durumu da kısmen düzelmişti. Şimdi rahat rahat hiç durmadan hürriyet aşkını ifade eden ve tam bir senfoni orkestrasına ihtiyaç gösteren milli marşlar besteliyordu. Finlandiya'nın siyasi bağımsızlık mücadelesinde halkın sesini ancak Sibelius'un müziğinden dinlemek mümkün oldu. Besteci kemanından sonra orkestra meraklısıydı, ve kendi eserleri arasında da en güzellerinin orkestra için bestelenenler olduğunu biliyordu. Tabiat aşkı, daha doğrusu hayat aşkı onun nazarında başlı başına bir dindi. Klâsiklerin en ünlülerinin bugün hâlâ ölmemiş olmaları, kendi devirlerinde kelimenin tam mânasiyle yaşamış olmalarından ileri gelmektedir. Ölümsüz hem klâsik, hem de aynı zamanda moderndir.
Sibelius, daima kendi fikirlerinin ve hislerinin onu sürüklediği yoldan gidiyordu. Eski ve yeni besteciler arasında çok beğendikleri bulunmakla beraber hiç birini taklit etmeyi düşünmemiştir. Eserlerinde daima eskiyle yeniyi birbirine bağlamayı âdet edinmişti. Ve bunu orkestra vasıtasiyle yapmak hoşuna gidiyordu. Bu sebepten dolayı da sadece Finlandiya'ya mahsus bir şöhret olarak kalmayıp ismini bütün dünyaya duyurmuştur. İlk defa "Finlândiya" isimli senfonik poemiyle yabancı ülkelere ismi yayıldı. Bu eserde terennüm edilen hürriyet aşkı sadece şu memlekete bu memlekete has bir şey olarak kalmamış, bütün beşeriyetin feryadını içine almıştı...
Sibelius'un müziğinde her notanın, her melodinin mutlaka akla uygun gelen bir manası vardır. Senfonileri bütün bir hayat felsefesini toplu olarak dinleyiciye verir. Yedi senfonisinden birincisi, bir aşk senfonisidir. Soğukkanlı kuzey halkının aşklarını tasvir eder. On dokuzuncu yüzyıl müzik anlayışının bir devamı olarak karşımıza çıkan birinci senfoni bir bakıma Beethoven'in "Eroika"sının çocuğu, Brahms'ın Dördüncü senfonisinin yeğeni ve Dvorak'ın "Yeni Dünya'dan" isimli senfonisinin birinci dereceden kuzenidir. Bu eserle bir çağ kapanmış, yerini yenisine bırakmıştır. İkinci senfoni de yeni çağın karakteristik vasıflarını üzerinde toplar. Gene eskisi gibi dört kısımdan meydana gelen senfonide temaların yerleştirilişi yepyeni bir metoda göre yapılmıştır. Hayatın acılarını bu eserden daha güzel anlatan bir senfoni yoktur dense yeridir. Üçüncü senfonide Sibelius, senfoninin şeklinde de değişiklik yapmış, üç kısma indirmiştir. Eserde bütün yük yaylı sazlara yüklenmiştir. O kadar ki bazan buna senfonik bir eser demekten çok bir oda müziği eseri demek daha doğru olacakmış gibi geliyor. Dördüncü senfoni, öteki üç senfoniden tamamiyle ayrıdır. Sibellus, 1910'da yazdığı dördüncü senfoniden sonra Amerika'ya gitmiş, Avrupa'nın muhtelif memleketlerini gezmiştir. Dünya harbinin çıkmasıyla her tarafı saran felaket havası Sibelius'un müziğinde de kendini gösterdi. Besteci her şeye rağmen dünyayı kötümser gözlerle görmeye başlamıştı. Fakat beşinci senfoninin neşeli müziği her şeyin eski halini aldığı, hayatın gene güzelleştiğini müjdeler. Sibelius, sanki "Ben medeniyete inanıyorum" diye bağırmaktadır.. Altıncı senfoninin havası daha sakindir. Saadete tekrar kavuşmanın verdiği heyecandan eser kalmamıştır. 1924'de bestelenen altıncı senfoniden bir yıl sonra yedinci senfoni de o güne kadar edindiği tecrübelerin hepsini bir araya topladı ve tek kısımlı, yepyeni bir tarzda güzel bir senfoni ortaya çıktı. Sekizinci bir senfoni daha bestelemeyi düşünmekle beraber bu seriyi yedi numarada bitirmeyi daha uygun buldu. Sibelius'un senfonileri ancak Beethoven'inkilerle kıyas edilebilir. Yedisi de birbirine benzemiyen senfoniler, bir bütün olarak Sibelius'un karakterini taşımaktadırlar, onlara birbirine hiç benzemiyen, fakat çok benziyen yedizler demek doğru olur.
Sibelius'u klasik üstatların sonuncusu olarak vasıflandıranlar bulunduğu gibi ona yirminci yüzyılın Bach'ı diyenler de çoktur. Bütün bunlar bir yana Sibelius, hiç kimsenin eserlerini taklide yeltenmeden bir "Sibelius" müziği ortaya çıkarmış ve müzik aleminde kendine ölmez bir şöhret sağlamıştır.
BAŞLICA ESERLERİ
Müzik Kategorisi | Eserler |
---|---|
Orkestra müziği | No. 1, No. 2, No. 4 ve No. 7 senfoniler |
keman konçertosu | |
En Saga | |
Tuonela'nın Kuğusu | |
Finlandia | |
Tapiola | |
Başkaca | 3, 5, 6. senfoniler |
Johjola'nın Kızı | |
Belşazzar Bayramı | |
Hazin Vals | |
Voces Intimae | |
piyano için kısa parçalar | |
şarkılar, sonatler |
Yorumlar
Yorum Gönder