EDVARD GRİEG (1843 -1907)



Norveçli besteci Edvard H. Grieg'e Londra Oxford ve Cambridge Üniversitelerinin fahrî doktorluk Unvanı verildiği zaman İngiliz basını şöyle demişti:

"Gerçi bugün Oxford Üniversitesinin fahrî doktorluğu unvanını kazandı ama insan onu sadece Grieg olarak görmek istiyor, ikinci bir vasfa alışmak zor gelecek, Grieg her şeyden önce Grieg'dir ve öyle kalmalıdır."

*

Grieg ailesi, İskoçya'dan Norveç'e göç etmiş, ve Bergen'de yerleşerek tam manasiyle bir Norveçli gibi yaşamaya başlamıştı. Son derece inatçı ve hürriyet âşığı insanlardı. Edvard gözlerini bir sahil kasabasında dünyaya açmış, serin deniz rüzgarları, mis gibi çiğ balık kokusu, çocuğun ruhunun gıdası olmuştu. Mektep çağına geldiği zaman mektebe gitmemek için minik aklının erdiği kadar uğraştı. Öyle disiplinli bir hayat sürmeğe tahammül edemiyecekti. Edvard kırlarda, sahilde saatlerce dolaşıp tabiatın binbir güzelliği arasında hayale dalmak istiyordu.

Öğretmenin anlattıklarını dinleyecek yerde kuşların, derelerin sesini dinlemenin ona daha faydalı olacağına inanmıştı. Sonra balıkçıların o heyecan dolu hikâyelerini kim dinleyecek, şarkılarına kim tempo tutacaktı. Edvard, bu şarkılara bayılıyordu. Evde annesinin piyanosunun başına da geçip kulağında kalan melodileri çalmayı denedi. Becereceğe benziyordu .. Hemen küçük Grieg'e bir piyano hocası tutuldu. Bir yıl sonra eser bestelemeye başlamıştı. Fakat onun hayatta başka arzuları da vardı. Meselâ büyüdüğü zaman bir din adamı olmayı çok istiyordu. Bir ara ressamların hayatları da ona cazip geldi. Bu alanda da başarı kazanabilirdi belki de.. Fakat on beş yaşına bastığı zaman hiç umulmadık bir olay Grieg'in hayatını tamamen değiştirdi. Meşhur Norveçli kemancı Ole Bull, Grieg'lere misafir gelmişti. Küçük Edvard'ın piyanosunu dinleyince hayran oldu. Çocuğu Leipzig konservatuarına götürmeğe karar vermişti.

Edvard, Leipzig'den çok şeyler bekliyordu. Orası hakkında o kadar tatlı hayaller kurmuştu ki, bunların hiçbirini Leipzig'de bulmaya imkân yoktu. Grieg birdenbire kendini müthiş yalnız hissetti.

Burada tabiat bile soğuk ve yabancıydı. Sonra konservatuarın disiplini de bu Norveç fiyortlarının serazat çocuğunu sıkıyordu. Bu arada geçirdiği şiddetli bir zatülcenp, Edvard'ı ömrünün sonuna kadar sakat ve hastalıklı bir insan olarak yaşamaya mahkûm etti.

Üç yıl sonra Leipzig konservatuarından mezun olmuştu ama vatandaşlarının bekledikleri mucizevi neticeyi elde edememişti.

Bu sıralarda Rochard Nordraak adında genç, ateşli bir şairle ahbap oldu. Birbirleriyle çok iyi anlaşıyorlardı. İki arkadaş piyanonun başına geçtikleri zaman saatler saati durmadan çalıyorlar, zaman mefhumu, yerini müziğe bırakıyordu. Edvard, yavaş yavaş bestecilikte de bir olgunluk çağına giriyordu. Fakat onun tam kıvamını bulmasına bir aşk macerası yardım etmiştir. Genç besteci küçüklüğünden beri kuzeni Nina Hagerup'u seviyordu. Bu ufak tefek şirin soprano Edvard'ın hayal ülkesinin kraliçesiydi. Nina'nın babası iki gencin evlenmelerine katiyen razı olmadı. Netice itibariyle Edvard, bir hiçti. Daha doğru dürüst para kazanmıyordu, sonra elinden de pek iş gelmiyordu. Bestelediği eserleri ise Nina'dan başka dinleyen yoktu.

Nina, tam üç yıl büyük bir sabırla bekledi, sevgilisinin aşk ve hasret dolu nağmelerini dinleyerek oyalandı. Edvard'ın bestelediği her nota bir buse, her eser bir aşk çiçeğiydi. Sevgilisinin hasretiyle yanıp tutuştuğu bir sabah meşhur "Seni Seviyorum" "Lied"ini (şarkısını) besteledi. Arası çok geçmeden bu şarkı Norveçli bütün âşıkların kalplerine yayılmış, dudaklarından eksilmez olmuştu.

Edvard daha fazla bekleyemiyecekti. Kimseye aldırmadan sevgilisiyle evlendi. Harap evlerinin kapısına bir de tabelâ asarak piyano hocalığına başlamıştı, daha doğrusu başlamak istemişti, zira Edvard'ın bütün iyi niyetine rağmen bir tek öğrenci bile kapısını çalmıyordu. Tam her şeyden ümidini kestiği bir sırada aldığı bir mektup Edvard'ı yeniden hayata kavuşturdu, hem de bu defa parlak başarılarla dolu bir hayata.. Devrin en ünlü piyanisti büyük Liszt, Edvard Grieg'le tanışmak, ona yardım etmek istiyordu. Liszt'ten gelen bu mektup, lânetlenmiş bir kürek mahkûmuna kralın gönderdiği af mektubu kadar kıymetliydi.

Şimdi Edvard, Norveç halk havalarından ve memleketinin eşsiz tabii güzelliklerinden aldığı ilhamla eserler besteliyordu. Onun müziğinde alaycı garip bir ifade vardı ki, herkesi çekiyordu. Grieg, olgunluk çağına eriştiği vakit senfoni bestelemeyi asla düşünmedi, anlatmak istediklerini, duygularını pekâlâ şarkılar, sonatlar ve konçertolarla anlatabiliyordu.

Çok geçmeden, memleketin bir numaralı bestecisi oldu. Törenler, toplantılar için eser lâzım oldu mu, hemen Grieg'e başvuruyorlardı.

Edvard Grieg, daha çok şairlerin ruhlarına hitabedebilen bir besteciydi. Şair Ibsen vatandaşlarını uzun bir şiirle harekete getirmek istediği zaman, bu yüce eseri ancak Edvard Grieg'in lâyıkiyle besteleyebileceğini düşünmüş ve bir teklifte bulunmuştu.

Besteci, Peer Gynt'in bestesini üzerine aldığı zaman günlerce uyku uyumadı, yemeden içmeden kesildi. Pek sevdiği Ibsen'in arzusunu tam olarak yerine getirememekten korkuyordu. Nihayet, eser tamamlandı. Edvard Grieg, Peer Gynt süitinin kendi ismini ve Ibsen'in ismini ebedileştireceğini, bütün dünyaya yayacağını hiç aklına dahi getirmemişti. Fakat Peer Gynt'in melodileri kısa bir zaman içinde bütün dünyaya yayıldı. Grieg, uzun bir turneye çıkarak memleketinin müziğini bütün dünyaya duyurmak istemişti. Karısı da tatlı sesiyle bu konserlere iştirak ediyordu. Yavaş yavaş her tarafta bir Grieg modasıdır başladı. Mozart'ın, Weber'in melodileri duyulmaz olmuştu. Her taraftan tebrikler, nişanlar, unvanlar yağıyordu.

Halbuki Grieg'in hayatta bir tek arzusu vardı: Daima kırlara ve dağlara yakın olmak, onların havasını eserleri vasıtasiyle dinleyicilerine duyurmak. Yukarda da belirttiğimiz gibi, Edvard Grieg, besteciler arasında vatanına en fazla düşkün olanlardan biridir.

Edvard Grieg'in dağ sevgisi meşhurdu. Malî durumunu düzelttikten sonra Bergen yakınlarında bir tepeye şirin bir ev yaptırmıştı. Her fırsatta buraya çekiliyor, başını dinliyordu.

Daha altmış yaşına yeni bastığı halde şiddetli bir astım onun yol yürümesini, konuşmasını imkânsız bir hale sokmuştu. Hattâ son zamanlarda piyano çalacak kuvveti bile kendinde bulamıyordu... Kalbi ise her zamanki gibi genç, ihtirasla doluydu...

Nihayet 4 eylül 1907'de son defa dağa çıktı ve bir daha da inemedi. Vasiyeti üzerine cesedi, Bergen yakınındaki dağ evine götürülmüştü. Orada denize uzanan bir kayanın dibine gömüldü. Gene vasiyetine uyularak mezarı hiç kimsenin giremiyeceği bir yer haline getirildi.

BAŞLICA ESERLERİOrkestra müziği: la minör piyano konçertosu, 1 ve 2 Peer Gynt süiti, İki Eleji melodisi, Norveç dansları. Piyano müziği: sol minör balladı, lirik parçalar, Holberg süiti. Başkaca: 3 keman ve piyano sonatı, şarkılar.

Yorumlar