CESAR FRANCK (1822-1890)


Ailesinden resim sevgisi ve istidadı alan Cesar Franck, müziği iç hayatın renkleriyle süslemiş, dedelerinin faydalandıkları renk tonlarını o, bestelerinde notalar halinde kullanmıştır.

Bir banker olan babasının biricik arzusu; iki oğlunu iyi birer virtüoz yetiştirmekti. 1822 de Belçika'da Liege'de dünyaya gelen Cesar Franck'ın küçük yaşta müziğe karşı ilgi göstermesi, baba Franck'ı ziyadesiyle

sevindirmişti. Eğer küçük Franck, piyano öğrenirse, herhalde teknikte Liszt'ten aşağı kalmazdı, bu da banker baba için kafiydi, zira Liszt'in bir kral kadar itibar görmesi, onun nazarında büyük bir şeydi.. Cesar daha on bir yaşındayken konser turnelerine başlamıştı. Piyanosunu dinleyenler, ona bir harika çocuk gözüyle bakıyorlardı. Baba Franck, oğlunun istikbalini daha sağlama bağlamak için, onu Paris konservatuarına gönderdi. Cesar, okulda müzik kabiliyeti ile derhal dikkati çekmişti. Yapılan çeşitli müzik müsabakalarının hepsine katıldığı ve hep başkalarından fazla başarı gösterdiği halde, şakacılığı, sürprizleri okulun kaidelerine uymadığından, mükâfatı başkalarına kaptırıyordu. Piyano tekniğinin bütün sırlarını öğrendikten sonra babası, daha uzun müddet tahsil etmesini doğru bulmayarak İtalya ve Almanya'da çalışmasına izin vermedi. Artık virtüozluk devri gelmişti oğlunun... Cesar, eve döndükten sonra kendi kendine triolar, sonatlar bestelemeye başladı, bunları sırf şahsı için yazıyordu. Yoksa kalabalık konser salonlarında yüzlerce kişinin karşısında çalmak için değil... Zaten Cesar yalnız başına sakin bir hayat geçirmeyi arzu ediyordu.

Cesar Franck, kiliselerde org çalarak, dinî günler için eserler hazırlayarak ömrünü tüketiyordu. Dış âlemle hemen hiçbir ilgisi yok gibiydi. Paris'te Saint Clothilde kilisesine organist olduktan sonra, org dersleri de vermeye başladı. Paris'in her tarafından gelen çeşitli ailelere mensup genç öğrenciler, günlerinin mühim bir kısmını işgal ediyordu. Fakat çalışmayı çok sevdiğinden, derslerden geri kalan zamanını da kendisi için eserler besteliyerek geçiriyordu. İmkân olsa, yirmi dört saat dinlenmeden çalışacaktı. Bir defasında çok çalışmak yüzünden sinirlerini adamakıllı bozdu ve yatağa düştü. Fakat iyi olur olmaz, gene eski hayatına dönmüştü. Cesar Franck, bütün ömrü boyunca hocalıktan vazgeçmedi, zira Fransız müzikseverleri, onun besteciliğine hiç önem vermiyordu. Biraz itibar gördüyse, uzun yıllar devam eden hocalığı sayesinde olmuştur.

Öğrencileri onun değerini anlamışlardı, bestelerinin hayranıydılar. 1870'de Prusya savaşı çıkıp da, öğrencilerinin çoğu harbe gidince Cesar Franck, büsbütün yalnız kaldı. Ders aralarında, bazan dersin ortasında her şeyi bırakıp hazırladığı eserleri şimdi kim takdir edecekti ?.. Onun ruhunu hiç anlamayan karısı ve yakınları, "Keşke papaz olsaydın," diye alaylı alaylı konuşuyorlardı. 1872'de hiç umulmadık bir şey oldu. Franck, konservatuara org profesörü tayin edilmişti. Meslekdaşları, onu bir türlü çekemediklerinden, çalıştırma metotlarını beğenmiyorlar, her hareketini küçümsüyorlardı. Fakat Cesar Franck, arkasında dönen entrikaların farkında bile değildi ...

Tam on sene çalışarak meydana getirdiği "Beatitudes" adlı senfonik poeminin kendisini üne ulaştıracağına öyle inanmıştı ki, ilk defa devrin tanınmış müzisyenlerinin huzurunda çalıp, bu şerefi sadece onlara bahşetmeyi düşündü. Halbuki değer verdiği bu kişiler, Franck'ın ince düşüncelerini anlamaktan çok uzaktılar. Her biri bir mazeret bulup Beatitudes'ün ilk çalınışında hazır bulunmak zahmetine katlanmadı. Fransız hükümeti de bu Belçikalı papaz ruhlu besteciye önem vermiyordu. Her yıl değersiz besteciler şövalye ünvanını aldıkları halde bir türlü Franck'a sıra gelmiyordu. Nihayet sıra geldiği zaman da Franck'ı sevenler büyük bir hayal kınklığına uğradılar. Beatitudes'ün bestecisi eserlerinin güzelliğinden dolayı değil, uzun yıllar yılmadan hocalık mesleğinde çalıştığı için şövalye olmuştu.

Franck'ın talihsizliklerine üzülen öğrencileri, aralarında para toplayıp onun eserlerinden mürekkep bir konser tertip ettiler. Fakat şanssızlık burada da kendini göstermişti. Orkestra iyi hazırlanmamıştı. Senfonik varyasyonların çalınışı esnasında tempoyu kaybeden orkestra şefi eseri iyice rezil etti.

Fransa'da yetişmekte olan genç müzikçilerin tamamiyle Wagner'in etkisi altında kalıp, onun yolundan gitmeyi düşündükleri bir devirde Cesar Franck'ın Bach'ı kendine örnek alarak eser bestelemesi pek tabii hoş karşılanmamıştı. Gerçekten modern bir Bach'tı Franck ... Sanki on dokuzuncu yüzyılın ikinci yarısında değil de, ortaçağın ilk yıllarında yaşayan bir besteciydi, Hayatta kin, ihtiras, yalan diye bir şey bilmediği için, müziğinde de bunları ifade etmeyi düşünmemişti. Eserleri de ruhu gibi sakin ve Tanrıya bağlı olmalıydı. Meleklerin aşklarını belki notalarla anlatabilirdi, fakat bir kızın bir erkeğe olan aşkını, asla...

Olgunluk çağına Cesar Franck kadar geç giren besteci, hemen yok gibidir. Orkestra için ilk büyük eserini elli yaşını geçtikten sonra bestelemiştir. En ünlü eseri olan "Beatitudes"ü de altmışına geldiği sırada tamamlayabilmiştir. Ünlü enstrüman eserleri, sonatlar, kuartetler, kentetler, biricik senfonisi de hep hayatının son on yılında yazılmıştır. Kırk yıl piyano için eser bestelemedi. Fakat son altı yılını en modern tekniği en klasik müzik çeşidinde kullanarak Preludes'lerini ve Senfonik variyasyonlarını yazdı.

Müzikte yeniliği ne kadar istediğini sol minör senfonisinde belli eder. Senfoni ilk defa 1889'da orkestra üyelerinin arzuları hilafına çalındı. Müzikçilerin hiçbiri bu zor eseri çalmakta bir mana görmüyordu. Üstelik senfoniyi güzel de bulmuyorlardı.. Hattâ ona senfoni demek bile doğru sayılmazdı, çünkü ne şekli, ne de havası senfoniyi andınyordu. Bugün bile Cesar Franck'ın bu harikulade eseri, güçlüğü yüzünden sık sık çalınamıyor. Bununla beraber, besteci halkın senfoniyi beğenmemesine pek kızmamıştı. Her şeyi daima sükûnetle karşılamaya zaten alışkındı. İlk defa viyolonist Eugene Ysaye'in çaldığı keman sonatı beğenildiği zaman ise, bir türlü kulaklarına inanamamış, mutlaka halkın kemancıyı alkışladığını sanmıştı. Aynı şekilde yaylı sazlar kuarteti de bol bol alkış toplayınca, Franck hayretten ne yapacağını şaşırdı.

Büyük besteci için ölüm de yaşamak gibi tabiî bir olaydı. Nasıl yıllarca hayatın binbir acısını tattıysa, ölümün de gereklerine katlanacaktı. Bunu gayet tabii görüyordu. 1890 yılında bir mayıs günü yolda yürürken bir arabaya çarptı ve yere yuvarlandı. Ayağından aldığı yaraya rağmen, hemen kalkıp yoluna devam etti. O günden sonra da ayağı bir türlü iyileşmedi, fakat Cesar Franck, bir gün bir defa bile bundan şikayet etmedi ve hayatında herhangi bir değişiklik yapmadı. Son günlerinin yaklaştığını hissettiğinden, mümkün olduğu kadar çok eser bestelemeye bakıyordu. Bazan sancılar içinde kıvranırken, gece yarısı yatağından fırlayıp orgunun başına geçiyor, o anda doğan melodiyi çalıyordu.

Ölümüne üzülenlerin sayısı pek azdı. Değeri aradan yıllar geçtikten sonra anlaşılacaktır.

BAŞLICA ESERLERİOrkestra müziği: Re minör senfoni, senfonik varyasyonlar. Oda müziği: Fa minör kentet, fa minör kuartet, la majör keman sonatı. Başkaca: Beatitudes'ler, Djinn'ler, senfonik şiirler; prelüd, koral ve füg, prelüd, arya ve füg (piyano için). Org için 53 parça.

Yorumlar