Küçük Antonin Dvorak için güzel melodiler çalmak nefes almak kadar kolay ve tabii bir işti. Onun için her kahkaha bir scherzo, her hareket bir danstı. Gerçi babası Bohemyalı bir kasaptı ama, akşamları bıçağını bırakıp ellerinin kanını temizledikten sonra kemanını çenesine dayar saatlerce çalar dururdu. Etrafında olup bitenleri daha anlamadan, kulakları müzikle dolan Dvorak, dokuz yaşındayken kasaba bandosuna girdi. Tatil akşamları eve toplanan aile dostlarını sihirli melodileriyle çılgına döndürüyordu. Herkes küçük Dvorak'ın istidadına hayrandı, fakat baba Dvorak, oğlunun ilerde müzikçi olmasına hiç
yanaşmıyordu. O da babası gibi kasaplık etmeliydi. Oğlunu komşu kasabalardan birine tahsile gönderdi. Kaderin garip bir cilvesiyle hoca da meraklı bir müzikçi çıkınca Dvorak başka bir kasabaya nakledildi, fakat ne gariptir ki burada da hocası müzik âşığıydı. Baba Dvorak artık daha fazla ısrar etmenin manasız olacağını anlamıştı, hem insan alacaklılarını kasap bıçağiyle olduğu kadar kemanla da pekâlâ karşılayabilirdi. Zengin bir amca Dvorak'ın müzik tahsilini de üzerine alınca mesele kalmadı.
O tarihte Prag'da müzik tahsil etmek kolay iş değildi. Savaşta yenilgiye uğrayan Çekler, Viyanalıların nazarında dağ köylüleriydiler, onların konservatuara girip öbür talebelerle beraber okumaları hoş karşılanmıyordu. Dvorak'ın gittiği org okulunda dersler Almanca okutuluyordu, fakat fakir kasabın oğlu istidadı sayesinde öbür talebelerden aşağı kalmamış, okulu iki yılda bitirmişti. Dvorak'ın evinde çalışacak piyanosu olmadığı gibi nota kağıdı da onun için lüks bir maddeydi. Parasızlık yüzünden, kendinden önce gelip geçen müzikçilerin eserlerine tamamiyle yabancı kalmıştı. Beethoven'in senfonilerinden birini ilk defa dinlediği zaman yirmi bir yaşına gelmişti. Okulu bitirdikten kısa bir zaman sonra bir operanın orkestrasında viyola çalmaya başladı, akşamları bir restoranda çalışıyordu, pazar günleri de kilisede orgun başına geçiyordu. Malî durumu düzelmeye yüz tutmuştu. Şimdi hiç durmadan şarkılar besteliyordu. Schubert'e has bir rahatlık ve kolaylıkla yazdığı şarkılar Çek halkının acılarını duyuruyordu. Ayrıca yaylı sazlar için kuartetler ve muhtelif eserler de yazmıştı. Halkın dikkatini çeken ve Dvorak'ı şöhrete yaklaştıran ilk eser, dedelerinin Avusturyalılara karşı açmış oldukları savaşı anlatan bir yiğitlik şiirinden ilham alarak bestelediği "Hymnus"tur. 1893 martında Novetzky tiyatrosunda üç yüz kişilik bir koro tarafından söylenen eser halkı coşturmuştu. Artık herkes bu güzel parçanın bestecisinden bahsediyordu. Dvorak, eski Bohemyalıların dinî mücadelelerini anlatan "Hussite uvertürü"nü yazdı. Genç bestecinin eserleri beğeniliyor, seviliyordu ama ünü Bohemya sınırlarından dışarı çıkmıyordu. Günün birinde Viyana'da Johannes Brahms'ın başkanlığını yaptığı bir komiteye "Moldavya düetleri"ni gönderdi. Brahms, bunlara bayılmıştı. Matbaacısına bu güzel eseri basmasını söyledi. Halkın bu meçhul bestecinin danslarını beğeneceğinden emindi. Nitekim Moldavya dansları Viyanalılara iki asırdan beri mevcudiyetlerini hatırlarına getirmedikleri Çeklerin neler yapabileceklerini anlatmıştı. Moldavya danslarının beğenilmesinden cesaret alan Dvorak, bu defa da bir seri Slav dansları besteledi. Bu renkli, hareketli köy havaları bütün Avrupa'ya yayılmış, çok ilgi çekmiştir. Bir yandan da oda müziği eserleri, senfonik orkestra parçaları bestelemekten geri kalmıyordu. Fakat halk daha çok hafif şarkıları sevdiğinden matbaacılar ondan hep küçük şarkılar istiyorlardı. Bir ara öyle bir hale gelmişti ki çalınacağı ilan edilen bir eseri konser akşamından bir hafta önce falan ancak yazabiliyordu. Para kazanmak uğruna hep satılacak küçük şarkılar bestelemekten de bıkmıştı. Nihayet bir gün matbaacılara ültimatomu verdi: artık istediği cinste eser yazacaktı. Çağdaş bestecilerden Brahms, Smetana ve Liszt, Dvorak'ın en büyük koruyucularıydılar. Liszt, onun eserlerini beğendirmek için elinden geleni yapıyordu.
Halbuki Dvorak, etrafını saran âleme hiç aldırmazdı. Çok seyrek mektup yazar, hatıra defteri tutmayı aklına getirmez, kendinden çok az bahsederdi. Yüzünü iyice saran sakallarıyla pek güzel bir adam sayılmazdı, fakat şef mevkiine geçip de kendi eserlerinden biri salonu doldurduğu zaman bu çirkin çehrede gizli ışıklar yanar, adeta güzelleşirdi. Daima basit bir Bohemyalı müzikçi olarak kalmak arzusundaydı, lüzumsuz iltifatları sevmiyordu.
Bestecinin "Stabat Mater" isimli koro parçasını İngiliz halkı beğenince Dvorak İngiltere'ye davet edildi ve Cambridge Üniversitesi onu kendine fahri müzik profesörü yaptı. 1885'de Birmingham festivali için "The Specter's Bride" isimli bir eser besteledi, bunu ertesi yıl Leeds festivali için hazırlanan "St. Ludmilla" oratoryosu takib etti.
Mozart gibi o da her çeşit müzik besteleyebiliyordu: şarkılar, senfoniler, opera, düetler, oda müziği, oratoryolar, konçertolar, marşlar, danslar... Schubert'in eserleri onun için İncil kadar kıymetliydi. Her fırsatta onun büyüklüğünden bahseder, Schubert'in seviyesine erişememekten korkardı.
Wagner'in müziğini beğenenlerle mutlak müzik taraftarları arasında kalan bir müzik dünyasında Dvorak kendine iyi bir dost, kuvvetli bir hami bulmuştu: Johannes Brahms. Brahms, Dvorak'ın kusurlarını bile bir başarı sayacak kadar Çek meslekdaşına düşkündü. Viyana'ya gelip, kendi evinde kalmasını teklif etti. Ömrünün sonuna kadar da Dvorak'a olan bağlılığı azalmadı.
Amerikan halkı ile Çekler arasındaki dostluk bağları gittikçe kuvvetleniyordu. Amerika'da ilk defa açılan Milli Konservatuara Dvorak'ın müdür tayin edilmesi de bu dostluğun derecesini göstermeye kafidir. Bohemyalı besteci iki yıllık bir kontrat imzalayacak ve yılda on beş bin dolar alacaktı. Dvorak, çok sevdiği vatanından ayrılmaya kendinde cesaret bulamadığından ilkin teklifi reddetmek istediyse de gene ısrarlara dayanamayıp Yeni Dünyaya doğru yola çıktı. Amerika onu müzik bakımından hayal kırılışına uğratmıştı. Kısa zamanda akla hayale sığmayan işler başaran Amerikan halkı kendine has bir müzik ortaya çıkaramamıştı. Dvorak, Amerikan halkının bir Smetana'ya muhtaç olduğunu hissetmişti.
Amerikalı şair Henry W. Longfellow'un "Hiawatha" isimli uzun şiiri dikkatini çekmişti. Bu şiiri bir senfoni halinde besteledi. Bestelediği senfonilerin sonuncusu ve en meşhuru olan "Yeni Dünya'dan" senfonisi pamuk tarlalarında çalışan zencilerin müziğinden parçalarla da süslenmişti. Fakat esas tema tamamen Çek halk müziğinin bir devamıdır. Dvorak, vatanına döndükten sonra nişanlar, tebrikler yağmaya başladı. Artık bir hayli yaşlanan bestecinin tek arzusu yurdunda bir milli müzik uyanışı yaratmaktı. Son yıllarını gençliğinde olduğu gibi sahne müziği bestelemekle geçirdi. En son "Armida"yı besteledi. Wagner'in, "Armida"sı gibi onunkinde de mistik bir hava hakimdi. Besteci 1904 baharında müzik tarihinde ilk defa olmak üzere bir Çek müzik festivali tertip etti. Fakat festivalin başladığı akşam Dvorak, son nefesini veriyordu.
BAŞLICA ESERLERİ
Müzik Kategorisi | Eserler |
---|---|
Orkestra müziği | 9 No. mi minör "Yeni Dünya" senfonisi (Op. 95) |
La minör keman konçertosu | |
Si minör viyolonsel konçertosu | |
Slâvon dansları | |
3 Slâvon rapsodisi | |
8 senfoni | |
Oda müziği | Fa majör kuartet |
Mi bemol majör kentet | |
Sol minör trio | |
Başkaca | Rusalkaw operası |
Karnaval konser uvertürü | |
Piyano için humereskler |
Yorumlar
Yorum Gönder